Yukarı
Kartpostal
Blog Genel

Bir kartpostalın içinde büyümek

O sırada o iki kız çocuğuna gözü takılan kimse var mıydı bilinmez ama eğer olsaydı orada adeta bir kartpostal görürdü.
Üstünde akşam güneşinin pırıldadığı denize uzanan iskelelerden en büyük olanının en ucunda iki kız çocuğu… Sağda, arkalarında tüm heybeti ile beş yüz yıllık kale yükseliyor. Sahildeki restoranların ışıkları birer birer yanmaya başlamış. Beyaz gömlekli garsonlar hızlı hızlı kumu tırmıklıyor, masaları düzenliyor, daha erken işe koyulmuş olanlar masalara müşteri kabul etmeye başlamış bile. Günü mayoları ile uzatmayı tercih eden birkaç kişi hala havlularının üzerinde oturuyor. Bir adam daha cesur çıkmış son bir deniz sefası için dizine kadar ilerlemiş, girsem mi girmesem mi diye düşünüyor. Ama yaz da olsa bir saatten sonra insan üşüyor, adam kararsız, elleri belinde uzaklara bakıyor. Uzaklarda İstanköy var. Taş atımlık mesafede gibi yakın görünüyor. Günlük turdan dönüşünü geciktirmiş bir tekne, koya giriyor. Yolcular yorgun uzanmışlar güverteye, kimi ayaklarını sallandırmış teknenin burnundan, manzaranın keyfini çıkarıyor. Akşam ezanı okunacak birazdan, kalenin kargaları havalanacak. Deniz bir uzanıyor sahile, bir çekiliyor, çekildiği yerde binaların ışıklı gölgesi kalıyor, sonra deniz yine geliyor, ışıklı gölgeleri yalayıp gidiyor, gölgeler yine orada.

Profesyonel bir fotoğrafçı o anı görüntüleseydi, bir kartpostal haline getirilmesine izin verseydi, o kartpostal, kendi etrafında dönen o metal askılarda benzerleri gibi yıllarca satılsaydı, nice insanın eli o kartpostala uzansaydı, güzel dileklerini, sevdikleri için, hep güzel şeyler, hep iyi niyetler yazsalardı arkasına, acaba kızların hayatına bir etkisi olur muydu? Her şey daha güzel olur muydu?

Devamını mumkundergi.com adresinden okuyabilirsiniz.

 

 

 

 

«

Yorum yapmak ister misin?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir