Bu bir tek kelimeyi söylemek ne kadar da zor… Diğerlerine, “Herkes her şeyi biliyor” diye kızıp sonra her şeyi biliyor olmaya çalışmamız ne kadar çelişkili…
Aklımızın bize kurduğu “Her şeyi bilmelisin, bilmiyorsan da biliyormuş gibi yapmalısın” tuzağı ne kadar yorucu…
Bir yandan dönüşmek isterken diğer yandan “doğru” sandığımız bilgilerin zincirlerine sıkı sıkıya tutunuyoruz. O zincirler kırılacak diye ödümüz kopuyor. Hiçbir şey bilmemekten çok korkuyoruz.
Hiç deneyimlemediğimiz, hiç bilmediğimiz hayatlar üzerine yorumlar yapıyor, yargılarda bulunuyoruz. “Ben o deneyimi bilmiyorum” demek varken, biliyormuş gibi konuşup omuzlarımıza bir de yeni veballer yüklüyoruz.
Oysa bilmiyoruz. Hiç kimsenin deneyimini bilmiyoruz. Hatta kendi deneyimimizi bile tam olarak bilmiyoruz çünkü “hayat” dediğimiz ve sadece beş duyu ile algılayabildiğimizin ötesi meçhul…
Diğer yandan ise aslında her şeyi biliyoruz. Ancak bilen parçamızla aramızda kocaman bir akıl duvarı var. Birisi bize yeni bakış açıları aktardığında, içimizde, tam da kalp bölgemizde bir şeyler oluyor, bir dalgalanma, tüylerin ürpermesi, gözlere dolan yaşlar… İşte bildiğimiz an… Sadece bir an… Bildiklerimizi hatırladığımız o saniyeler…
Bu sayımızın da “biliyorum” sandıklarımızla vedalaşmaya ve kalbin bildiklerini hatırlamaya destek olması niyetiyle…
İki ay sonra görüşmek üzere…
*Pozitif Dergisi 22. sayısında yer alan giriş yazısıdır. Eylül 2017
Yorum yapmak ister misin?