Oyuncu Deniz Uğur, aydınlanmanın adım adım yükselen, bir düğümü çözdükçe sizi bir başka düğümü çözmeye davet eden bir yolculuk olduğunu söylüyor ve ekliyor: İşte bu nedenle yol güzel!
YAPRAK ÇETİNKAYA
eniz Uğur hakkında bugüne kadar çok haber okumuş olabilirsiniz. Bunlar sizde ön yargılar da yaratmış olabilir. Tanınmış insanların hayatlarında ben de en çok bu noktayı merak ederim: İnsanlar haklarında, onları gerçekten tanımadan bu kadar çok fikir beyan ederken bununla nasıl başa çıkıyorlar? Diğerlerini bilemem ama Deniz Uğur’un bu hayatı “kendine dönerek” güzelleştirdiğini anlıyorum şimdi.
Aslında doğuştan bir “içe dönük” o. Tabii ki yol boyunca rehberlerinin desteği ile farkındalığı artmış ve bir sanatçının yapacağı en anlaşılır şeyi yaparak bu deneyimlerinin bir bölümünü sanata dönüştürmüş.
“Ve Öyle de Oldu” adlı oyunu ile seyirci karşısına çıkan Deniz Uğur, kandırılmış ve terk edilmiş bir kız arkadaşının öfkesinin şifalanmasını hayal ederek yazdığı oyunda, sevginin gücünü hatırlatarak izleyenleri de şifalandırıyor.
Bireysel farkındalığınıza yönelmeniz nasıl oldu, yıllar içinde nasıl değişti, gelişti?
Okuma yazmayı öğrendiğimden beri aralıksız kitap okudum ve yazma merakım da henüz ilkokulda başladı. Kendimi bildim bileli dua eden, manevi bir gücün beni güvende tuttuğunu bilen bir çocuktum. Bunlar bana ailemden, özellikle annemden aşılanmış özellikler. Öğretmek gibi değil, örnek olmak anlamında. Annem her koşulda ayakta kalıp yaşamını sürdürebilen, en güçlü rol modellerden biridir benim için. Anneannem de öyleydi. Ve bu sayede dıştan çok iç dünyama dönüktüm hep. Sezgilerim yüksekti, rüyalarım, içime doğan düşünceler “dileklerime gelen cevaplar” hep özeldi. Yani küçük yaştan beri bir şekilde “açıktım” sanırım. Tabii ki bilinçli bir farkındalık kazanmam için olgunlaşmam gerekti. Çeşitli acılardan geçip çözümlere ulaşmam, sonra da birçok farklı kaynaktan okumalar yaparak beslenmem gerekti. Bana yol gösteren “bir de bu açıdan bak” diyen ustalarım, rehberim olan dostlarım ve danışmanlarım da oldu. Aydınlanma, bana göre adım adım yükselen, bir düğümü çözdükçe sizi bir başka düğümü çözmeye davet eden bir yolculuk. Bu yüzden “yol güzel” diyoruz. Varoluşumuzun anlamı bu yolculuğun kendisi, ulaştığımız hedefler değil. Onlara zaten ulaşıyorsunuz, size asıl heyecan veren yolda yaşadıklarınız oluyor bir süre sonra.
Bu oyunu yazma noktasına nasıl geldiniz?
Yakın bir arkadaşımın başından geçen gerçek bir olay bana, “Ve Öyle de Oldu”yu yazarken ilham verdi. Kandırılmış, dolandırılmış ve terk edilmiş, genç bir kadındı. Üstelik son derece donanımlı, eğitimli, modern biriydi ama öfkesini bir türlü aşamıyordu. Aslında onun şifalanmasını, bu negatif yükü üzerinden atmasını hayal ederek yazdım bu oyunu. Oyunda “spiritüel yasalar” diye tanımladığım bakış açısını didaktik olmadan, seyirciyi sıkmadan, fantastik, esprili ve sürükleyici bir kurgu içinde sunmak istedim. Bir yandan da “bunu izlediklerinde kalbimden geçenler, anlatmak istediklerim onlara tamamen ulaşacak mı?” diye merak ediyordum. Ve öyle de oldu. Oyunu izleyenlerin yorumları herhangi bir tiyatro oyunundan sonra dile getirilen klişe sözler değildi. Seyircinin bilinçaltına dokunmuştuk ve bize farklı cümleler kurdular. Sevgiyle karşıladılar ve salondan huzurlu bir ruh haliyle, hatta inanıyorum ki şifalanarak çıktılar. Hatta ilham aldığım arkadaşım da oyunu izledikten sonra taşıdığı negatif yükten kurtulduğunu söyledi ve bunu izleyen günlerde hayatında peş peşe olumlu gelişmeler oldu. Sevgiyle bir tohum ekiyorsunuz aslında, bir ışık yakıyorsunuz, yapılan bu. Gerisi herkesin kendi yolculuğu.
Anne olmak kişisel farkındalıklarınızı nasıl etkiledi?
Her şeyin anlamının sevgi olduğunu düşünün, bir annenin bebeğine olan sevgisini düşünün, bunun ne kadar sonsuz olduğunu… Bu sevgiye bağlı olarak sizde daha önce farkında olmadığınız ne yönlerin, ne yeteneklerin ortaya çıktığını… Nasıl daha sabırlı, daha ön yargısız, daha dayanıklı, daha anlayışlı ve özverili hale geldiğinizi, egonuzun nasıl törpülendiğini… Bu mucizenin ta kendisi değil mi?
Çok önemli bir başka konu daha var tabii. Kendi içindeki çocuğa ulaşıp onun da yaralarını sarmak. Kendine karşı da affedici olabilmek, kendini sevgiyle doyurabilmek… Annelik bu kapıyı aralamaya da yardımcı oluyor çünkü ister istemez kendi çocukluğunuza da gidiyorsunuz çocuğunuza bakarken. Çok sevdiğim Esin Çağlayan hocamın bayıldığım bir sözü vardır, şu an onu hatırladım: “Şükürden takla atasım geliyor.” Hissedilen tam da böyle bir duygu.
Oyunun ismi “Ve Öyle de Oldu”. Kimilerinin çok inandığı, kimilerinin de alay ettiği bir cümle. Sizin mesajınız hangisi?
Ben edebiyatta ironik üsluba bayılırım. Hayatta da öyle. Bir şeyi dümdüz anlatmaktansa alaycı yaklaşmak, aslında onu bilinçaltında onaylamanın bir yolu olabilir. Kimse sizinle aynı noktada durmak veya aynı görüşü paylaşmak zorunda değil. İroniyi bir yöntem olarak doğru kullandığınızda, sizin gibi düşünenlere de, taban tabana zıt düşünenlere de ulaşabiliyorsunuz. Kimseyi itmemiş, kimseyi ötekileştirmemiş oluyorsunuz. Böylece önyargı blokajını ve direnci aşmış oluyorsunuz. Benim oyunumda da bu var. Niyeti olmayan birine yaşamın sırrını öğretemezsiniz, kendi fikrinizi dayatamazsınız ama eğlenirken sezmelerini sağlayabilir ve bilinçaltında bir uyanış başlatabilirsiniz. En azından ben bunu amaçladım.
Oyunda başı sıkıştığı anda pek de inanmadan olumlamalar yapan bir kadın var. Sonuçlara bakınca sanki bir yerlerde bir hata var gibi… Olumlamaların gücüne inanıyor musunuz?
Oyundaki ana karakter Ayda, bir yola çıkmış ama bilinçaltı kayıtlarındaki negatif kalıplardan henüz kurtulamamış bir kadın. Kocasına kin tutuyor, intikam almak istiyor. Zaten oyundaki tüm dramatik çatışmaları ve komediyi bu sağlıyor. Ayda’nın diledikleri oluyor ama beklediği şekilde değil. “Evrene yanlış mesaj gitti” esprisi yapıyoruz. Ve oyunun bir yerinde “istediğin olmaz, inandığın olur” cümlesiyle bunu itiraf ediyor zaten. Bir şeyi ısrarla dilemek veya olumlama cümlelerini tekrar etmek değil, bilinçaltında var etmek gerekiyor. Yani istemek değil, inanmak, olduğuna emin olmak. Bunun için de önce negatif kalıplardan arınmak, öfke, korku veya şüpheyle konuşup duran zihni susturmak gerekiyor. Ayda’nın dinginliğe ulaşmak ve hayallerine kavuşmak için önce hain kocasını affetmesi gerekiyor. Ne zor değil mi? Ama hakikat bu. Kimse sana “bir anda üçüncü gözün açılacak ve parmağını şaklatınca ne dilersen olacak” diyemez, bu şarlatanlık olur. Güzel bir yolculuk emek ister.
Kim iyi, kim kötü, kadın mı haklı erkek mi gibi çıkmazları da vurgulamışsınız. Doğru yanıt nedir sizce?
İyi ve kötü, bir elmanın iki yarısı. Aydınlık ve karanlık, zorluk ve kolaylık. Biri olmadan diğerini anlamlandıramazsınız. Kadın ve erkek, dişil enerji ve eril enerji gibi. Bu dünyadaki yaşam, bu iki tarafın kusursuz dengesi üzerine kurulmuş. Hayat dediğimiz, içinde rol aldığımız bir film. Bu filmi seyredilmeye değer kılan da yaratıcının bu dehası. Belki bütün sorularımızın cevabına ulaşamayabiliriz ama ruhumuz aslında her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu biliyor. Oyundaki “iblis koca” kilit cümleyi veriyor finalde. İyi ve kötü dediğimiz bu yaşamımızdaki rollerimiz. İnsanlık var olduğundan beri yapılan bütün iyiliklerin ve kötülüklerin mirasını hep birlikte paylaşıyoruz. Zalim de olsak mazlum da olsak, özümüz, ruhlarımız aynı bütünün parçası. Vurgulamak istediklerim bunlar.
Kurban bilincine ve öfkenin çıkmazlarına vurgu var. Bu döngüden çıkış yolu ise affetmek ve sevgi… Sevginin ve affetmenin sizin için tarifi nedir?
“Karma yükü” veya “bilinçaltı negatif kalıplar” veya nasıl tanımlıyorsanız, bunlardan arınmak, bunların ayağımıza dolanıp bize tekrar tekrar aynı sorunları yaşatmasına son vermek. Bir insan sürekli çocuk sahibi olmak isteyip bir türlü olamıyorsa veya her ilişkisinde aldatılıyorsa ya da hangi işe elini atsa başarısız oluyorsa… Örnekleri sınırsız çoğaltabiliriz… Dönüp dolaşıp benzer olayları yaşıyorsa, mutlaka aşması gereken bir blokajı vardır bilinçaltında. Başımıza gelen hiçbir olay tesadüf değildir, her birinin içinde bir ders vardır fark etmemiz gereken. Bu söylediklerim, okuyan herhangi birine ters geliyorsa en azından şunu düşünmesini öneririm: Madem ki yaşıyoruz, kendini geliştirmenin ve hayatı daha kolay, daha keyifli hale getirmeye çalışmanın ne zararı var?
İdeal erkek ya da erkek düşmanı kadın karakterlerinde de imalar var. Bu kavramlara bakış açınız nedir?
İdeal insanın bu dünyada işi olmayabilir. Biz, özümüzdeki ideale ulaşmak için yaşıyor olabiliriz. Belki de bir ömür buna yetmiyordur da birçok kez bedenleniyoruzdur, ideale ulaştığımızda da bütün dersleri öğrenmiş olup dünyevi yolculuğumuz bitiyordur. Bu yüzden “yol güzel” diyorum. Ama şu andaki kişisel düşüncemi soruyorsanız “esmer, uzun boylu, dürüst, sevgi dolu ve anlayışlı” bir figürü ideal erkek olarak tarif edebilirim size. Ayda’nın hayalindeki ideal erkek böyleydi. Yazarın bilinç altından çıkmıştır(!).
Hayatta kendi seçimlerimizi yaşadığımıza inanıyor musunuz? Kader mi var, seçimler mi?
Bana göre ikisi bir. Seçimlerimizi yaşayarak kaderimizi kendimiz çiziyoruz. Seçimlerimizi değiştirdiğimizde içinde bulunduğumuz resim de değişiyor. Bedenlenmeden önce ruhun, bu yaşamındaki kimliğini, annesini, babasını, içine doğacağı koşulları ve gelişimine hizmet edecek olan yaşayacağı güçlükleri seçtiğine dair bir görüş de var. Eğer böyleyse, yanıtım yine aynı olur. “Seçimlerimizle kaderimizi belirlemek”… Önemli olan bu. Az önce bahsettiğiniz “kurban psikolojisi” bana göre insan ruhunun yüceliğine veya özündeki güce ters düşüyor.
“FİZİK İLE METAFİZİK ARASINDA ÇELİŞKİ YOK”
“Tüm bunlara en samimi duygularımla eklemek istediğim bir de notum var: İçinde bulunduğumuz bu özel çağda, ortada bunca zengin bir felsefe tarihi, bunca kutsal kitap, bunca bilimsel gelişme, bunca deneyim ve bunca yaygın bilgi alışverişi imkanı varken, insanların hiçbiriyle ilgilenmeyip, hiçbirini hala okumayıp, hiçbiri hakkında araştırma-inceleme yapmayıp, at gözlükleri takarak oldukları yerde sayıp aynı ezberleri tekrarlamalarına, birini benimseyenin diğerini dışlamasına, fizik ve metafizik arasında esasen hiçbir çelişki olmadığını, inanca dair hiçbir yönelimin de özünde bir diğeriyle çelişmediğini nasıl göremediklerine hayret ediyorum. Bakış açımızı 360 derece genişlettiğimizde birbirimizle savaşmamıza gerek kalmayacak ve cennetin nerede olduğunu göreceğiz bence.”
OYUN HAKKINDA
Deniz Uğur’un yazdığı, Melda Narin Güler’in yönettiği; Deniz Uğur, Emre Koç, Gamze Uçar ve Yiğit Pakmen’in rol aldığı oyun, farkındalıkla izleyenler için güçlü mesajlar içeriyor. Aldatılan, dolandırılan, terk edilen bir kadın, karısının intikamına maruz kalan bir koca, erkeklerden nefret eden bir kız arkadaş ve her kadının aşık olacağı, kahraman ruhlu bir erkek var. Evrene gönderilen yanlış bir mesaj, bu dört kişiyi içinden çıkılamayan bir kaosa sürüklüyor.
Pozitif Dergisi 29. sayısında yayınlanmıştır. Şubat 2019
deniz uğuremre koçgamze uçarmelda narin gülertiyatrove öyle de olduyiğit pakmen
Yorum yapmak ister misin?