Yukarı
Blog

Bugün cumartesi

Bir öykü denemesi….

Şimdi çocuklar evde öğle yemeği bekliyor. En güzel, en sağlıklı yemekleri pişirmek için motivasyonu tam Melek’in. Zaten onları evde bırakıp markete koşmasının nedeni de eksik malzemeleri almak. Laf olsun diye bir şey yesinler istemiyor, küçük bedenlerine en sağlıklısı ne ise onu verebilmek tutkusu haline gelmiş durumda. Televizyonda her sabah kanal kanal gezip doktorları dinliyor, ne yemeli, ne yememeli, neyi neyle tüketmeli, hangi mevsimde nelerden uzak durmalı, hepsi aklında… Gerçi bazı doktorların söyledikleri diğerlerine uymuyor ama orda da kendince bir çıkar yol buluyor; içine sineni yapıyor, sinmeyeni yapmıyor. Mesela bugün öğlen çocuklar erişte yiyecekler ama herhangi bir erişte değil, siyez unundan yapılmış özel bir erişte. Üzerine de çok güvendiği kasaptan aldığı kıymayı, yine özel getirttiği bir salça ile yaptığı sosu ve evde mayaladığı yoğurdu koyacak, yanında da salata olacak. İşte hepsi tamam; kompleks karbonhidrat, protein, vitamin, mineral… Tabii bir de anne sevgisi…

Bunları düşünürken torbaların ağırlığını unutuveriyor, gülümsüyor. 

Oğlan en büyükleri, sekiz yaşında. Sonra beş ve iki yaşlarındaki kızları geliyor. Üç çocuk doğurmayı planlamamıştı ama madem böyleydi kısmeti, mesleği annelik artık, onu en iyi şekilde yapabilmek istiyor. Sosyal medya gruplarında dolanıyor, en iyi ürünleri, en iyi gıdaları, en iyi çocuk psikolojisi kitaplarını takip ediyor, online seminerler izliyor. Arkadaşları da var tabii ama çoğu tek çocuklu olduğu için daha rahat hareket ediyor, hep birlikte alışveriş merkezlerine, sabah kahvaltıları için çocuk oyun alanı bulunan restoranlara gidiyorlar. Melek üç güzel yavrusu ile evde yapıyor kahvaltılarını ve alışverişe kırk yılda bir kocasının boş vakti denk gelirse onunla çıkıyor. Çocukları zapt edebildikleri sürede ne alabilirse alıyor, sonra dayak yemiş gibi arabaya dönüyor, bir an evvel evine dönmek için can atıyor. 

O da sosyalleşmenin çözümünü arkadaşlarını sık sık eve davet etmekte buluyor. Çocuklar için en güvenli ev onunki zaten. Kocaman salon adeta eşyasız. Ortada minik bir top havuzu, daha küçükler için oyun parkı, sepetlerde onlarca oyuncak… Arkadaşları geldiğinde çocuklar bu geniş alana yayılıyor, oldukça uzun süre birbirleri ile oyalanıyor, anneler de biraz soluklanıp sohbet edebiliyor. Gerçi öyle günlerde de Melek mutfağa git gel yapmaktan her lafı yarım kalıyor ama olsun. Yine de günün sonunda kendini daha iyi hissediyor. Üstelik birçok şeyden şikayet eden arkadaşları ile kendini kıyasladığında ne kadar güçlü olduğunu da fark ediyor. Tek çocukla hayat ne kadar zor olabilir ki? Kendisi, yaşları yakın olsa da ihtiyaçları bambaşka olan üç çocuğa bakıyor, evin temizliğini hiç ihmal etmiyor, sevgili kocasını hoş tutuyor, kendine de elinden geldiğince bakmaya çalışıyor ama yine de onlar kadar şikayet etmiyor. 

Apartmanın önüne geldiğinde torbaları yere bırakıp sırtını esnetiyor, parmaklarını açıp kapatıyor, ellerini tekrar hissetmeyi bekliyor. Kolay ulaşmak için cebinde tuttuğu anahtarı ile apartman kapısını açıyor, bir ayağını kapının önüne engel yapıp, adeta morarmış avuç içlerini tekrar poşetlere geçiriyor. Yüksek girişte oturuyorlar, evde riskli hiçbir şey de bırakmadı ama yine de üç çocuğu evde bırakmış olmanın huzursuzluğunu hissediyor. Haberlerde kaç kere görüp kınamıştı, evde yalnız bırakılıp da camdan düşen, yangında ölen çocukların ailelerini… Ay Allah korusun! Hemen gidip gelmişti işte, hem ağabeyleri kocaman olmuştu artık bakardı onlara. Başka çaresi mi vardı, çocuklar aç mı kalsındı? 

Dairenin kapısında bir kez daha bırakıyor torbaları. Kapının önce üst, sonra alt kilitlerini açıyor, amma çok çevirmiş kilitlerken, çok uzun geliyor tekrar açması. Kapının açıldığını duyan üç çocuk kapıya üşüşüyor. “Anne ne aldın, bize ne aldın, ne getirdin?” diye diye etrafında dönüyorlar. Kural belli, abur cubur yok ama bazen küçük kaçamaklar olabiliyor. Bugün de kaçamak günü çünkü günlerden cumartesi, hepsine avuç içi büyüklüğünde birer çikolata almış. Ne mantosunu ne ayakkabısını çıkarmasına fırsat veriyor ufaklıklar. Torbaların içinde o üç küçük parça çikolatayı bulmak için iki büklüm aranıp duruyor bir süre. Nihayet üzerinde minik bir ayı resmi olan üç çikolata paketçiğine ulaşıyor, her birini minik avuçlara tek tek bırakıyor. Kızlar avuçlarını sımsıkı kapatıp salona doğru pıtır pıtır koşarken oğlan hareket etmiyor. “Yine mi bundan aldın, küçücük şey! Al kendin ye” deyiveriyor. 

Melek, bugüne kadar hiç yapmadığı ve yapmayı kendinden ummadığı şeyi o anda yapıyor. İçinden yükselen, geldiğini hiç fark edemediği ve nereden geldiğini o an hiç anlamadığı bir öfke ile kaplanmış elini oğlunun hala tombul, hala bebek, hala kusursuz sol yanağına indiriveriyor. Sonra da kendisine ait olmayan bir sesle, “Daha ne yapayım ben?” diye adeta böğürmeye başlıyor. Kızlar yine pıtır pıtır koşup geliyor. Ağabeyleri hiç hareket etmeden duruyor, anneleri ise az önce marketten getirdiği torbaların üzerine kapanmış garip sesler çıkarıyor.

Melek o gün yaşananları da, bir gece önce aniden gelen bir sezgi ile karıştırdığı kocasının cep telefonunda gördüğü yazışmaları ve fotoğrafları da ömür  boyu kimseye anlatmıyor.

Oğlundan özür diliyor, bir daha böyle bir şey olmayacağına söz veriyor, çok yorgun olduğunu anlatıyor. Kızların zaten unutacağını varsayıyor.

Öğle yemeğini hazırladıktan sonra salonun ortasına bir piknik örtüsü seriyor, tabakları yerleştiriyor, bardakları, kaşıkları, renkli peçeteleri… Etrafına da özenle yer yastıkları döşüyor örtünün. Orada mutlu bir yuvanın sınırlarını çiziyor adeta, kendi hayatında bugüne kadar hiç çizemediği sınırları… Bugün cumartesi, yemek yerken bir şeyler izlemek de serbest. Televizyonu açıyor, çocuklarla beraber tüm dünyayı unutarak, unuttuğunu varsayarak eriştesini kaşıklayıp çizgi film izliyor. 

Sevgili okuyucu,

Bu hikaye size ne hissettirdi? Melek için ne düşünüyorsunuz? Siz olsanız ne yapardınız? Yorum bölümünde fikirlerinizi görmeyi çok isterim. Şimdiden teşekkür ederim.

Yaprak

«

»

3 Yorum
  • Gül Acun
    5 yıl ago

    Kızdım Meleğe ben. Kendi icimdeki bastırmaya çalıştığım ” sonsuz ,alabildiğine,sonuna kadar anneciligi” çağrıştırdığı için belki, kızdım ona.
    Kabullendigi için kızdım.. Anneligine lafim yok, ama onun yerinde olsam kendimi de unutmaz ve ayrıca eşimle konuşup ,duruma göre hayatıma yeni bir şekil verirdim .

  • Asli Örnek
    5 yıl ago

    Öncelikle çok güzel yazmışsın. Birinin yerine kaendini koymak ve ahkam kesmek kolay olanı… Ama ben o kadın yerinde olsam sanırım eşimle konuşur ve yolları ayırır, hemen çalışma hayatına atılırdım. Tabii çocukları da yanıma alırdım.

  • Oya P.
    5 yıl ago

    Piknik örtüsünü yere serdi çocukları ve kendisi oturdu ve zehirli keklerini yiyerek tv izlerken sonsuz bir uykuya daldılar şeklinde bitireceksin diye bekledim dehşetle. Aslında mecazen de böyle olmuş bir nevii yalanı yaşamak da bir tür ölüm şekli tabii burada sadece anne yalanı yaşıyor o an çünkü çocuklar daha farkında değiller.

Yorum yapmak ister misin?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir