Yukarı
Blog

Dün gece sen uyurken…

Geniş kanatlarında açıldım denizlere / Yıllanmış ne günler bulup çıkardım derinde / Bir yosun, bir şarkı, bir eski kayıkhane / Doğduğum şehri buldum gittiğim her yerde…” (Yeni Türkü)

Dün akşam plansız programsız bir şekilde kendimi Leman Sam konserinde bulunca Kadıköy Sahne’nin karanlığından minicik bir tünelle Bodrum’un yaz günü aydınlığına geçiverdim.

Bodrum’da bir zamanlar Big Ben Pub vardı. Pub’ın Cumhuriyet Caddesi’nden (şimdi Barlar sokağı da deniliyor), aşağı doğru hafif rampalı, sağa doğru kıvrılan, üzeri tünel görünümü verecek şekilde beyaz tente ile gölgelendirilmiş bir de girişi… İşte tam o girişin orta yerinde bir gün bir kadın ile karşılaştım. 10 yaşında olmalıyım. Ben dışarı çıkıyordum, o içeri giriyordu yanında birileriyle ve ortamda bir telaş vardı: “Leman Sam geldi!” Hatırladığım minik bir kot şort, bronz bacaklar, upuzun kızıl saçlar, incecik, minicik bir kadın… Yüzüne bakmaya fırsatım olmamıştı.

Yaz-kış yıllar boyu, Big Ben gündüzleri bizimdi, oyun parkımızdı! Akşam ise büyüklerimiz kendi oyunlarını oynarlardı.

“Pub’a gidiyoruz” derlerdi kısaca. Mekanın Kumbahçe sahilinden de girişi olduğu için kumsaldan yürüyüverirlerdi. Sabit beyaz taş sedirli locaları ve ortada yine sabit ahşap masaları olan geniş bir mekandı. Sahile en yakın kısımda bar vardı. Barın konumu dolayısıyla barmenin sırtı denize dönük olurdu, müşteriler ise daima denizi seyrederdi. Ve kaleyi…

Pub’ın benim için en önemli özelliği evimizin iki bina ilerisinde olmasıydı. Bu, şu demekti; yaz boyu kim sahne alıyorsa biz çocuklar yani kuzenlerim ve ben, anneannemizin evinde bu müzikleri dinleyerek uykuya dalardık. Gece dışarı çıkma iznimiz henüz yoktu ama her gece bar bize geliyordu.

Bir yaz boyu Doğan Canku, “Güneşin alevden saçları/Aşınca karşıki tepeden/Gölgeler sarar yamaçları/Ürkerim gelecek geceden” derken gecelere yüklenen anlamlardan henüz habersiz uykuya dalardık

Bir başka yaz  Tanju Okan, “Eşyalar toplanmış seninle birlikte, anılar saçılmış odaya her yere… Sen… Kadınım”  diye yüreğimizin tellerini titretirdi.

Bir diğerinde Derya Köroğlu (Yeni Türkü), “Olmasa mektubun, yazdıkların olmasa… Kim inanır senle ayrıldığımıza” derken cam kenarındaki yatağımızdan gökyüzüne bakar, o mektupta ne yazdığını düşünürdük. Murathan Mungan’dan ise henüz hiç haberimiz yoktu.

Leman Sam, “Döndüm daldan düşen kuru yaprağa, seher yeli dağıt beni kır beni, götür tozlarımı burdan uzağa yarin çıplak ayağına sür beni leylim ley” derken, bana bu hayatta en çok dokunan şarkıların Sabahattin Ali’nin mahpusluk şiirleri olduğunu keşfetmeme henüz yıllar vardı.

Yeni Türkü (gerçekten çok yeniydi ve bizim için daima yeni kalacak!), “Yaprak yaprak açtırırsın/İlk yaz nasıl açtırırsa/İlk gülünü gizem dolu/Hünerli bir dokunuşla /Hiç kimsenin yağmurun bile/Böyle küçük elleri yoktur/Bütün güllerden derin/Bir sesi var gözlerinin” darken, bugün benim o zamanki yaşlarımda olan kızımın adına fark etmeden uykumda karar vermiştim: Yağmur…

e.e. Cummings’in “Somewhere I Have Never Travelled” adlı şiirinden “Yağmurun Elleri” diye uyarlayanın canım Vedat Türkali’nin oğlu Barış Pirhasan olması ise bir başka mutluluğum oldu sonra… Çok yıllar sonra bir dervişin, öğrencilerine bu şiir üzerinden hayatı ve ötesini nasıl anlatmaya çalıştığını Muhyiddin Şekur’un “Su Su Üstüne Yazı Yazmak” kitabında okuyunca hissettiklerime kelimelerim yetersiz kalır. Ben mi bir şiirin peşindeydim, şiir mi beni takip ediyordu? Yoksa her ikisi de mi?

***

Sonra yaz biterdi… Eylül giderdi herkesle birlikte. Big Ben’in barındaki tüm şişeler ve bardaklar yok olur, taş sedirlerin üzerine konulan en göz alıcısından turuncu yastıklar toplanır, müzik sistemleri ve  oturma bölümlerinin üzerindeki tenteler sökülürdü.

Geriye o tenteleri tutan demirler, boş bir bar, küçük sahne ve kocaman kovuğu olan ağaç kalırdı. Adını şu an hatırlayamadığım, dut gibi yapışkan garip bir meyvesi olan ve “Çocukken ağaçlara tırmanırdık” diyebilmek için en büyük kanıtım olan o ağaç…

O sahnede hayali izleyicilerimize konserler verir, barda birbirimize gözle görülmeyen ikramlar yapar, demirlere kollarımızla asılıp (ayaklarımız yere yetişmezdi) elleriyle en fazla kim ilerleyebilecek yarışı yapar, uzamış ve uyuşmuş kollarımızla bir yerde pes edip aşağı atlardık.

Lodos fırtınaları başlayana kadar saklambaç, yakalamaca gibi birçok oyun için de burayı kullanırdık. Lodos sonrası mekan ağzına kadar kum dolmuş olurdu. O hali ile içinde oynamak ayrı bir keyifti. Aslında bütün Bodrum bizim oyun bahçemizdi ya, burayı ayrı severdik.

Big Ben’in kendi içinde iki dönemi vardı. İlk dönemi Bodrum’da yaşayan yerli boylu ya da sonradan olma Bodrumlular’ın adeta buluşma yeriydi. Anneme, “Öyle bir yer ki, bir daha aynısı olamaz” dedirten bir atmosfer.

Anneannemin Ankara’dan gelip satın aldığı evi henüz tadilattayken (1970’lerin başı) Big Ben’in barında oturup Bodrum Kalesi’ne bakan annemin, artık o manzaraya hep bakabileceğini fark ettiği andaki mutluluğunu düşününce içim ürperiyor.

Sonra benim anlattığım ikinci dönem başladı. Daha turistik, bizimkilerin biraz ayağını kestiği ama şimdi düşününce hala çok güzel olan… Sonra o da bitti. Neyse ki annem manzara bakmaya devam…

***

Leman Sam sahnede soluksuz ve keyifle, tahminimden düşük bir yaş ortalamasına harika bir gece yaşatırken minik tünelimden döndüm geri… Hep bir ağızdan, “yıllardan sonra, yollardan sonra” söyledik.

* Aradan geçen onca yıl isimlerde tarihlerde hata yaptırdıysa affola… Çocuktuk neticede…

**Ağacın adı Bella Sombra (Güzel gölge ağacı) Hatırlatma için Murat Cem’e teşekkürler…

2017 yazında kaleme alınmış, 2019’da revize edilmiştir.

Fotoğraf: 27 Şubat 2019 Yeldeğirmeni Sanat Merkezi- Azra Kohen ve Saffet Emre Tonguç ile Gör Beni kitabının izinde Kadıköy turunda Yeni Türkü’nün sesi Derya Köroğlu ile çekilmiştir.

«

»

1 Yorum
  • Merve
    6 yıl ago

    Ahhh Yaprak’cığım o günler gözlerimde güçtü. Gözlerimi kapadım bir an yeniden Bodrumda o özgür çocuk oldum.

Yorum yapmak ister misin?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir