Her akşam aynı saatlerde gözlerimizin önünden rakamlar akıyor. Gerçekleşen test sayısı, vaka sayısı, vefat sayısı, iyileşen hasta sayısı… Önceki gün ile karşılaştırmalar, saatlerce süren yorumlar ve gündemi sıkı sıkıya takip etmekle programlanmışsak pek tabii korku ile yoğrulmuş beyinlerimiz…
Bir kısmımız ise yayınlanan rakamlara inanmıyor, gerçek rakamlar bunlar olamaz, gerçekler bizden saklanıyor diye düşünüyoruz ki ben de şüphe etmiyor değilim. Diyelim ki rakamlar bizden gizleniyor, Covid 19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı tüm dünyada çok daha fazla… Ve bir gün bir gazeteci tüm gerçek rakamlara ulaştı, bize bunları açıkladı.
O gün gerçeğe, gerçekten ulaşmış olur muyuz?
İtalyan gazeteci Tiziano Terzani, 1997 yılında kanser tanısı alır ve onu hasta eden yaşam tarzını terk edip şifa bulmak üzere bir yolculuğa çıkar, bulur da… Bu yolculuğun hikayesini “Atlıkarıncada Bir Tur Daha” adlı kitabında anlatır.
Kitabın henüz 16. sayfasında gazetecilik üzerine söyledikleri, bir meslektaşı olarak uzun zamandır derinlerde bir yerde hissedip söze dökemediklerimi çok güzel ifade eder:
“… Bir zamanlar tutkuyla peşinden koştuğum olaylar beni artık aynı derecede heyecanlandırmıyordu. Yılların geçmesiyle birlikte, olayların asla gerçeği yansıtmadıklarını ve hepsinin ardında -bir başka gerçeklik düzeyi gibi- bambaşka bir şeyin, durumun, var olduğunu; bunu yakalayamayacağımı ve zaten gazeteciliğin, hele bugünlerde uygulandığı haliyle, bu gerçekle ilgilenmediğini öğrenmiştim. Bu mesleği sürdürecek olmak, en fazla daha önce yaptığımı yapmayı sürdürmekti. Kanser karşıma iyi bir fırsat çıkarmıştı: Kendimi tekrar etmeyecektim.”
Yıllar önce değerli dostum, İngiliz kocası ile Norveç’te yaşayan bir Hintli olan Bhanu Foxley bana, “Gündemi takip etme, okuma, izleme, dinleme…. Bunları yapman sonucu değiştirmeyecek ama içsel olarak huzurlu olursan bir etkin olabilir” dediğinde çok itiraz etmiştim. Yine tüm ülkenin kilitlendiği yerel seçimlerden birinin arifesindeydik ve bunu yapmak bana sorumsuzca ve imkânsız gelmişti. Üstelik de ben bir gazeteciydim. Tamam, sağlık haberleri yapıyordum, siyasetle işim yoktu ama takip etmek benim sorumluluğumdu! İtiraz ettim, o da anlayışla gülümsedi ama kulağıma kar suyu kaçmıştı bir kere.
Üzerine düşündüm, evirdim çevirdim, gündemi takip ederken ortaya çıkan hallerime baktım. Gerçekten geriliyordum, sinirleniyordum, söyleniyordum ve bu hallerim sadece bana zarar veriyordu. Bedenimin zararlı kimyasallar üretmesi ve muhtemelen ortak bilince yaydığım öfke enerjisi dışında bir etkisi yoktu. Bugün artık aramızda olmayan o güzel ruhun sesini sonunda dinledim ve bir anda tüm gündem ile bağımı kestim. Aylar geçti… Hayatımda hiçbir şeyin eksilmediğini fark ettim. Evet, hiçbir şeyden eksik kalmamıştım. Dön dolaş aynı şeyler konuşuluyor, aynı ayrımcı söylemler tekrar ediliyor ama bu sefer beni etkilemeden geçip gidiyordu. Ben ise o zehrin etkisinden çıkmış, olaylara daha geniş açıdan bakabilen bir insan olmaya başlamıştım. Ezbere kurulan cümleler dökülmüyordu artık dudaklarımdan. Ne düşündüğümün, ne söylediğimin ve bunların bütüne etkisinin farkına varmaya başlamıştım. Her şeye sırtını dönmüş, umursamaz bir bencillikten değil, büyük resmi görmeye çalışan bir dinginlikten, bir film izler gibi gerçekleşen bir gözlem halinden bahsediyorum.
İşte o günlerde gerçeğin ne olduğunu düşünmeye başladım. Bu dünyanın, bu ülkenin gerçeği neydi, yaşadıklarımızın gerçeği neydi, dışarıda bir gerçek var mıydı, bana anlatılanlara mahkum muydum yoksa gerçekliği yaratan benim içerideki hallerim miydi?
Hiçbir konuda uçlara gitmekten yana olmadığım için zamanla yavaş yavaş tekrar takip eder oldum, tuzaklara düşüp gündemlerin içinde kaybolduğum da oldu ama hiçbir zaman başlangıçtaki halime dönmedim.
Şimdi, bu Corono günlerinde, hani deniliyor ya içinize dönün, kendinizi dinleyin, karantina günleri bittiğinde yeni hayata kim olarak başlayacağınıza karar verin diye… Romantik bulup kenara itmeyin bu sözleri; sizin gerçeğinizin ipi belki de bunların ucundadır. Bundan sonra sizin kim olduğunuzu, olacağınızı, nasıl yaşayacağınızı ne yetkili ağızların açıklamaları ne dövizin durumu ne genelgeler ne de haber bültenlerinin diğer detayları belirleyecektir belki.
Ekranlarımıza; bugün şu kadar insan huzur duydu, şu kadarı yaşadığı ana şükretti, şu kadarı kendini hayatın akışına teslim etmeyi seçti, şu kadarı okuduğu haberlerden endişelendi, şu kadarı ise korkusunun bedeninde ürettiği zararlı kimyasalların bağışıklığını düşürmesi sonucu hastanede diye bir istatistik düşmesi şimdilik mümkün görünmüyor. Ancak bu verilerin görünmüyor olması, onların var olmadıkları anlamına gelmiyor. Bin bir çeşit duygu üretiyor, bazılarına daha yoğun bağlanıyor ve enerjisel varlıklar olarak birbirimizi her an ve her mesafede etkiliyoruz. Yani sorumluluğumuz var; önce kendimize sonra bütüne…
Bu süreçte birilerinin gündemi yakından takip etmeyip günlük işleri, günlük keyifleri içinde huzurlu günler geçirdiklerini (ve hatta linç edilme endişesi ile bunu açıklamaktan çekindiklerini), birilerinin odaklarının hastalanmakta değil sadece yardımlaşmada olduğunu, kimilerinin kendilerine uzun zamandır yapamadıkları şeyler için fırsat yarattığını, kimilerinin yıllarca direndikleri bazı konularda harekete geçmek zorunda kaldıklarını, kimilerinin çok çalışması gerekirken kimilerinin işinden olduğunu ve tabii nur içinde yatsınlar, nice insanın da bu hayattan ayrılmak zorunda kaldığını bilerek…
Bir kez daha düşünelim istiyorum:
Bizim gerçeğimiz hangisi ve bu gerçeği kim belirliyor?
http://mastercamp.com.tr/2020/04/29/hangisi-gercek-yaprak-cetinkaya/ Blog sayfasında 20 Nisan 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Yorum yapmak ister misin?