-Benim Teyzelerim 1-
Şükran Artunkal’ın anısına…
Ekim 2008… Teşvikiye Camii’nin avlusundayız
Bodrum-İstanbul otobüsünde neredeyse hiç uyumadan ve çoğunlukla ağlayarak geçirdiğim bir yolcuğun sonrası bir yandan sersem gibiyim, bir yandan da o zamanlar uzak durduğum ve aynı zamanda delicesine merak ettiğim İstanbul’u gözlemlemeye çalışıyorum.
Üzerimdeki kırmızılı lacivertli yağmurluk, solgun kot pantolonum ve botlarımla kendimi bulunduğum yere ait hissetmiyorum. Bu camii avlusu değil mi ki ünlülerin cenazeleri kalkar ve onları uğurlayan diğerleri kocaman havalı gözlükler takarlar… Kafamda böyle yargılar var. Bir yıla kalmadan İstanbul’a hem de bayıla bayıla yerleşeceğimi, atalarıma, köklerime geri döneceğimi henüz bilmiyorum.
Tam da yabancılık hislerimi doğrularcasına kelimeler çalınıyor kulağıma. Konuşan bir akraba…
“Okuttuğu çocuklardan biriymiş…”
Ona nasıl tanıştırıldığımı dinlememiş bile… Ve Bodrum’da yaşadığımız hayattan tamamen bihaber. Haluk abi bir şeyler söylüyor kadına, öyle olmadığını açıklamak için. Olsa ne olur ki… Ama değil… Değilim…
Bizim bambaşka bir hikayemiz var.
***
Üç yaşında annemin elinden tutup Ankara’dan, anneannemin bir süredir yaşamaya başladığı Bodrum’a vardığımızda artık yeni bir yerde, yeni bir evde, yeni insanlar arasında yaşayacağım hayatım başlamıştı. Bu hayatta benim birden fazla evim oldu. “Kaç evin bir çocuğu” derdi annem. Doğruydu. Teyzelerim vardı; Şükran teyze, Sevim teyze, Nerime teyze, Yeta teyze, Olcay teyze, Sima teyze, Necmiye teyze, Nurten teyze, Erden teyze, yazdan yaza Rüçhan teyze ve daha nicesi…
***
Şükran teyze ile anneannem Devlet İzbudak, Ankara’dan tanışıyorlardı. Yıllar içinde Bodrum’da bir hayatı seçen ilk dönem Ankaralılardanlardı. Şükran teyze, İş Bankası Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği Baş Hukuk Müşaviri yardımcısı olarak emekli olmuştu. Kısa bir evlilik deneyimleyip ayrılmıştı. Çocuğu yoktu.
Şık, entelektüel, çok hoş giyinen, çok güzel kokan ve evi çok şık olan bir kadın…
***
Bodrum’a sonradan yerleşenler özgün, Bodrum’a ait unsurların yer aldığı ve aynı zamanda biraz bohem bir dekorasyon tercih ederlerdi. Ben de buna alışıktım kendi evimizden. Çok güzeldi o ayrı… Ama Şükran teyze şehirli unsurları; örneğin şık bir kanepeyi, pırıl pırıl abajurları, kalın halıları da kullanıyordu. Camları Bodrum perdeleri, halıların üzeri kilimlerle örtülüydü ama o ev bana bir şehir evi gibi geliyordu ve uzaklarda kalan Ankara’yı çağrıştırıyordu belki de… Çünkü bahsedeceğim yıllarda bir apartman dairesindeydi bu dekorasyon. Bizim içeri daima kum giren evimize göre daima çok temiz…
Banyosu şişe şişe kokularla doluydu; hepsi yurt dışından gelmiş ya da şık mağazalardan alınmış parfümler, duş jelleri, sabunlar, makyaj çantaları, banyo köpükleri, devleştiren aynalar, boneler, rengarenk bigudiler… Seksenli yılların Bodrum’unda bir kız çocuğu için büyüleyici ne varsa oradaydı.
Bu evde her seferinde değerli bir konuk gibi ağırlandığımı hissetmemin nedeni salondaki sehpanın üzerinde yer alan seramik kavanozun kapağının altında beni bir sürprizin beklemesiydi mesela. Çikolatalar, şekerlemeler… Yıllar sonra bir kez boş bulduğumda artık bazı şeylerin değişmeye başladığını üzülerek fark etmiştim. Yıllar yoruyor, unutturuyor, kalben değil ama fiziksel olarak koparıyordu.
İkinci işaret benim banyo günlerimdi. Deniz kenarında oturduğumuzdan kışın alt kattaki banyocuk oldukça soğuk ve ıslaktı. O yılların su sorunu nedeniyle üst kata yeterince tazyikli su da çıkmazdı ki şofben çalıştıralım. İki seçenek vardı; ya su ısıtıp salonun ortasında leğende yıkanacağım ya da Şükran teyzede. Yani o muhteşem kokuların içinde! Üstüne bir de harika bir akşam yemeği ve seramiğin içindeki çikolatalar…. Hatta bazı akşamlar Yunan devlet televizyonu EPT (ERT)’den karlı bir görüntü ile gelen film izlemek… Daha ne isterim? İşte bu pazar günlerinde Şükran teyzenin çamaşır makinesinde (o zamanlar evin koşulları nedeniyle çamaşır makinesi de kullanamıyorduk) çamaşırlarım yıkanır ve o şık salondaki Vezüv sobanın üstündeki tellere asılırdı. Aslında böyle şeyleri hiç yapmaz, şık bulmazdı ama söz konusu benim çamaşırlarım olunca iş değişiyordu. Ben de bu ayrımın farkına yıllar sonra varacaktım. O zamanlar çok doğal bir şekilde, açılmış bir kucağa bırakıyordum kendimi…
Bir de Bodrum’un vazgeçilmezi o uzun akşam yemekleri olurdu sık sık. Bazen bizde, bazen onun evinde, bazen dışarıda; bazen kalabalık, bazen biz bize… Her çocuk gibi ben de “Bu kadar konuşacak ne buluyorlar?” der ve her tek çocuk gibi kendimi oyalamanın yollarını bulurdum. Şükran teyzenin evindeysek bunun için en ideal yer koridordu. Kocaman bir kitaplığın ve harika tabloların yer aldığı koridor… Kitapların hemen hepsi yazarından imzalı olurdu. Ben en çok Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiir kitaplarını severdim. İçindeki imzaların izini sürer, resmiden samimiye ilerleyişlerini takip ederdim.
1955’te Dolmuş adlı kitabını “Sayın Şükran Artunkal’a sevgiyle” diye imzalıyor, 1959’da Karanlığın Gözleri’ne “Aziz Şükran Artunkal’a” diye not düşüyor, 1960’da Akıllı Maymunlar kitabının girişinde “Değerli, sevimli dost Şükran Artunkal’a” yazıyor, Yeni Dünya Rekoru kitabını 1962’de “Sevgili Şükran’a dostlukla” diye ölümsüzleştiriyordu. İki Kişiye Bir Dünya’nın girişine ise tarihi bulunmayan şu sözleri not düşüyordu:
“Şükran hanım, iyi bir şair olsam size yazardım bu kitabı. Ama ne yapalım kötü şairim, kötü insanım. Gerçek hürmet ve takdir duygularımla kabul ediniz.”
Çocuk aklımla bu imzalardan bir hikaye çıkarmaya çalışır, o yıllarda henüz vefat ettiğini bilmediğim Oğuzcan ile Şükran teyze arasında, hiçbir zaman doğrulayamadığım bir aşk hayal eder, o şiirler Şükran teyzeye yazılmış gibi okurdum.
Kısacası o evde her anlamda besleniyordum; sevgiyle, sohbetle, kitapla, sanatla, ilgi, alaka ve özen ile…
“Benim çocuğum yok, benim Yaprağım var” dediğini ise yıllar sonra öğrenecektim.
Bir de karne günleri sevincimiz vardı. Genç kızlığa adım attığım yıllarda karnemi alıp İzmir’den Bodrum’a gelince ilk işimiz Şükran teyze ile çarşıya çıkmak olurdu. O tarihte Bodrum’daki seçeneklerimiz Mudo, Benetton ve Terzi Mümtaz’ın dükkanıydı. Ne istersem alabilirdim ama ben kendimi tutar, en çok beğendiklerimin arasında eleme yapar, makul bulduğum bir miktarda kalırdım. Yine de benim için çoktu, eşsizdi. Espadriller, penye etek bluzlar, tişörtler, kot şortlar ve kot etekler… Yorgunluğun üstüne güzel bir yemek… Ciddi sohbetler ederdi benimle o yemeklerde. Bir yetişkinmişim gibi… Kendi ayaklarının üzerinde duran, erkekler karşısında kendinden emin, entelektüel ve bakımlı bir kadın olmamı isterdi.
O yıllar çok değerli çevreci Saynur Gelendost, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramlarında Bodrum-İstanköy (Kos adası) arasında çocuk değişimi programları yapardı. Bir grup çocuk gelir Bodrumlular’ın evlerinde misafir edilir, bizden giden çocuklar da komşu İstanköy’de ağırlanırdı. Hatta bir sene işi iyice büyütüp Dikili Festivali’ne bir otobüs çocukla gitmiştik. İşte bu ziyaretlerden birinde ben İstanköy’den gelen bir çocuğu çok beğenmiş, arkadaşlarımla gün boyu etkinliklerde çocuğu takibe almış, hatta gizlice fotoğrafını çekmiştim. Nereden estiyse geçerken Şükran teyzenin evine uğrayıp durumu anlatınca, “Ne o öyle peşinden gizlice takip etmeler falan. Git kendini tanıt, misafirperverlik göster, arkadaş ol” dedi. Haklıydı haklı olmasına ama ben yapamadım. Elimde sadece bir fotoğraf kaldı, uzaktan çekilmiş ve flu …
***
Bodrum’da yaşasak da elbet turist olmaya hakkımız vardı. Yazın en sık yaptığımız şey pazar günleri Torba koyuna denize gitmekti. O yıllarda deniz eşyalarımız plastik çantalara değil, el örgüsü hasır sepetlere koyardık. Şükran teyzenin ise çok şık ve büyük deniz çantaları olurdu. Mis gibi kokan güneş kremleri ile uzun bacaklarını yağlar, saçına şık eşarplar bağlar, uzun uzun gazete okur, öğle yemeğinde mutlaka bir bira içer ve biranın asla mutfakta değil, masada bardağa dökülmesini isterdi. Bu, garsonun bira köpüğünden bir yudum alması riskini bertaraf etmek içindi. Torba’dan-çoğunlukla Dali restorandan- akşam çayından sonra ayrılır, turistliğimiz biter, evimize dönerdik.
Şükran teyze dışarıda, sevdiği restoranlarda yemek yemeyi severdi. Özellikle de Körfez Restoran’da… Bunun için mutlaka bir sebep bulurdu. Anneler Günü ise anneanneme, anneme, o sırada Bodrum’daysa teyzeme birer gül alır ve yemeğe davet ederdi örneğin. Sinemaya mı gittik, çıkışta “Hadi yemeğe…” derdi. Ömrüm boyunca kaç kere onun sofrasında keyifli yemekler yedim, farkında olarak ya da olmayarak sohbetlerinden beslendim bilmiyorum. Ama iyi ki diyorum… İyi ki….
***
Sonra zamana yenik düşmeye başladı teyzelerim. Ama önce anneannem gitti. Tüm bu insanları tanımama vesile olan güzel insan. Şükran teyze için geriye sayımın ilk adımıydı belki de bu.
Anneannem vefat ettiğinde hamile olduğumu yeni öğrenmiştim. Aylar sonra, 5 Mayıs sabahı hastaneye gittik. Doğum öğleden sonra tamamlandığında Şükran teyze haberi, düzenli olarak gittiği kuaföründe almış ve kuaförün çırağını hemen bankamatiğe göndermiş, “Devlet hayatta olsaydı çocuklara ödetmezdi, ben de ödetemem” diye… Biz hastaneden çıkış yaparken “Borcunuz yok” dediklerinde öğrendik bu değerli armağanı…
Evde huzursuz olduğu zamanlarda onun evinde kalan, birlikte akşam yemeği yediği, beraber diziler izlediği, tavla oynadığı anneannem de gidince yavaş yavaş tadı kaçtı onun da. Bir yıl kadar daha sürdürdü Bodrum’da yaşamını ve sonra ailesi tarafından uygun görülen şartlarda İstanbul’a yerleşti. Birkaç ziyaret, yine bir akşam yemeği daveti, bu sefer Kalamış İş Bankası lokalinde ve sonra gelen haber…
İkimizin 34 yıllık hikayesi böylece sonlanmıştı.
O camii avlusunda kimseye anlatamayacağım, anlatsam bile anlaşılması yaşamadan zor, günbegün dokunmuş bir hikayeydi bizimkisi.
Biz, aileydik.
bodrumbodrum kalesibodrum torbadali restauranteski bodrumiş bankasıkörfez restaurantsaynurgelendostşükran artunkaltorba koyuümit yaşar oğuzcan
13 Yorum
Gizem
5 yıl ago
Gözlerim dolarak okudum böylesi zengin ruhlu bir kadınla paylaşımlarınızı..
Ne mutlu ve iyi ki.. Iki taraf içinde..
yaprak
5 yıl ago
AUTHORTeşekkür ederim güzel yorumunuz için…
neslihan polat üçkardeşler
5 yıl ago
Yaprakcığım, yaşanmışlıklarının hikayelerine bayılıyorum ve keyifle okuyorum..Ben de seni hep kızım gibi görmüşümdür biliyorsun bizim aramızda böylesi bir maneviyat oluşmuştu…Birlikte güzel zamanlar yaşadık ,çok uzun ve kalıcı gibi olmasa da ama hayatıma senin gibi güzel duygular taşıyan birirnin az da olsa değmiş olması hep bir mutlu oluş kaynağıdır bana.Kızınla aynı olan doum günümüz de bana bir işaretmiş gibi gelir hep…
yaprak
5 yıl ago
AUTHORÖyleyiz Neslihan ablacım, işaretleri okumak ne güzel. Sevgilerimle….
Ümit BALTUTAN
5 yıl ago
Kalemine sağlık arkadaşım, yılları anlatmaya kalem yetmiyor, hele bir de gidenleri!
Bodrumda zengin bir geçmişimiz var ve bunu senin kalemin gibi içten kalemlerden dinlemek haz veriyor insana. Teşekkürler.
yaprak
5 yıl ago
AUTHORNe güzel ne değerli bir geçmişimiz var, çok şükür…
Şeyda Aktimur
4 yıl ago
O kadar güzel yazılmış ki,kitabın var mı diye arayacağım sevgili Yaprak.
Münire Esin Domaniç
5 yıl ago
Ne kadar hoş kaleme almışsınız O güzel insanları..
yaprak
5 yıl ago
AUTHORÇok teşekkür ediyorum…
Behice Özev
5 yıl ago
Yaprakcığım harikasın:)))
bunların hepsini bir kitapta toplamalısın, teşekkürler bu güzel paylaşımlar için, seni seviyorum.
yaprak
5 yıl ago
AUTHORSevgili Behice hanım,
O günler de yolda… İçim dopdolu, yazacak çok şey var.
Ben de sizi seviyorum.
🙂
Birgül Gökşingöl Beylan
5 yıl ago
Yaprak’cım, ne güzel yazmışsın??Vefan beni çok duygulandırdı. Anneannen Devlet İzbudak, Şükran Hanım ve diğer teyzelerin ışıklarda olsunlar??❤️
yaprak
5 yıl ago
AUTHOROnları tanıyanların ve kıymet bilenlerin okuması beni ayrıca çok mutlu ediyor canım. Teşekkür ederim.