Yukarı
Röportaj

Aslında her birimiz beklediğimiz lideriz

Hopi Kızılderililerinin kehanetlerine göre bugünlerde bu dünya üzerinde yaşayan her birimiz beklediğimiz kişileriz! Bizler dünyayı değiştirecek olanlarız. Neden olmasın? Oturduğumuz yerden bakınca her şey çok karanlık görünüyor olabilir. Ama bizi bu durumdan kurtaracak birilerini beklemek yerine harekete geçmekten bizi alıkoyan nedir? “Şimdi başlasam ömrüm yetmez” diyen sabırsızlardan mıyız, yoksa “Ben tek başıma neyi değiştirebilirim?” diyen umutsuzlardan mı? Şimdi okuyacağınız hikaye aslında her insanın harekete geçme gücü olduğunu ve bunun için bazen yıllarca sabretmek gerekebileceğini anlatıyor.

YAPRAK ÇETİNKAYA

Serdar Savaş ile tanışmamız birkaç yıl önce bambaşka bir konuda yaptığımız röportaja dayanıyor. Ancak şimdi ne kendisinin işinden ne de o günün röportaj konusundan bahsedeceğiz. Çünkü birazdan anlatacakları, bir insanın vizyonunun vakti geldiğinde birçok insanın kalbine dokunabileceğinin ve belki de ileride yeni nesillere miras bırakılacak bir hareket olabileceğinin kanıtı… Her şey tek bir kişinin hayali ile başladığından, önce Serdar Savaş’ın hikayesi gibi başlasa da bu aslında hepimizin; “Bu ülke için ben ne yapabilirim?” diyenlerin hikayesi… Ve karşınızda, bugünlerde oluşturdukları küçük birikimlerin bir gün büyük değişimlerin nedeni olacağına inanan Erdemli Yurttaş Hareketi… 

Önce hayalin başladığı günlere dönelim. Hareketin içinde tüm kimliklerinden, unvanlarından bağımsız yer alan, kendi tabiri ile ‘vatandaş Serdar’ anlatıyor:

“Tıp fakültesinde kalp cerrahı olmaya kararlıydım. 1983’te mecburi hizmet kanunu nedeniyle Diyarbakır’da bir sağlık ocağında çalışmaya başladım. Sorumlu olduğum mahalleden bir dere akıyordu ve ben o dereye kanalizasyon karıştığını zannediyordum. Sonra anladım ki dere dediğim zaten Diyarbakır’ın kanalizasyonu… Çocuklar içinde oynuyor, ölen ölene, bebek ölüm hızı binde 120. Çocuk hasta geliyor, zatürre olmuş; ilacını, iğnesini veriyoruz. Bir hafta sonra kontrole çağırıyoruz. Çocuk niye zatürre? Kızamık zatürreye çevirmiş. Çocuk niye kızamık? Aşı olmamış. Sağlık hizmeti gitmemiş ya da aile bilinçli değil. Aşılama yüzdesi yüzde 15’ti benim bölgede. Üç gün sonra muhtar arar, defin var diye. Bir giderim ki o çocuk ölmüş. Benim gözümden yaş süzülür. O zaman “Ben bu ülkede bu sorunlar çözülebilir mi?” diye düşünmeye ve her şeyi o gözle irdelemeye başladım. Çözülebileceğini de gördüm. Bunlarla uğraşan bir insan olmaya karar verdim.”

Ancak Serdar Savaş takip edecek bir örnek bulamaz. Gördüğü, bildiği; mezun olup doktor olmaktan, muayenehane açmaktan öteye gitmez. Konunun ‘halk sağlığı’ kapsamına girdiğini öğrenir, Hacettepe Üniversitesi’nin halk sağlığı hocalarına gider ama o bataklıktan bahsederken, duydukları sinekleri öldürmekten ibarettir. O zaten mahallesinde aşılama oranını yüzde 98’e çıkarmıştır ama  ya sonrası?

O sıralarda bir nedenle İstanbul’a gelir. Dönüşte uçakla Ankara’ya geçip oradan aktarmalı Diyarbakır’a gidecektir. Havaalanında işadamı Vehbi Koç, kızı Suna Kıraç ve o zamanın Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Ali Coşkun’u görür: “Ayakta konuşuyorlardı. Hemen gittim Vehbi bey’in yanına, sohbetlerine katılmak istediğini söyledim. Tam o sırada uçuş anons edildi, elinden çantasını kaptım Vehbi Bey’in. Taşımak için aldığımı söyledim ama amacım yanına oturmaktı. O zamanlar uçaklarda yerler numarasızdı. Gittim, yanına oturdum ve dedim ki ‘Ben kalp cerrahı olmayı düşünüyorum. Mecburi hizmet bitince İstanbul’a döneceğim, hocam kadromu tutuyor. Diğer taraftan babam tek oğlu ile Adana’da ticaret yapmak istiyor. Fakat ben de halk sağlığı ile uğraşmak istiyorum. Ne yapacağımı bilemedim, siz tecrübeli bir insansınız, ne önerirsiniz?’ Açıkçası ‘Git, babanla ticaret yap’ gibi bir cevap bekliyordum. Kafasını geriye dayadı, gözünü kapattı, dedi ki, ‘Sabah uyandığında hangi işe yüreğin çarparak gideceğisen, o işi yapacağun.’ Aylardır süren kararsızlık sancısı bir anda bitti. Diyarbakır’a gittim, İstanbul’daki hocamı aradım, gelmeyeceğimi söyledim. Babama da “Benden sana hayır yok” dedim. Hemen üniversite sınavlarına girdim, hukuk fakültesini kazandım, dışardan okumaya başladım.”

Serdar Savaş, 26 yaşında Adana Sağlık Müdürü olur, başarılı çalışmalar yapar, dönemin başbakanı Turgut Özal’ın talimatı ile Ankara’ya Sağlık Bakanlığı’na çağrılır ve danışmanlık yapmaya başlar. O sırada London School of Economics ve London School of Hygiene&Tropical Hygiene’de burslu eğitim alır. Dönüşte Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ile çalışır, müsteşar yardımcısı olur. Sonrasında ise görevden alınır. Nedenini ‘uygun bulmadığı bir teklifi kabul etmemesi’ olarak açıklıyor bugün. O sırada Dünya Sağlık Teşkilatı’nın Avrupa Başkanı Dr. Jo Asvall arar, “Bizimle çalışmayı düşünür müsünüz?” diye sorar. Hemen bu teklifi kabul eder ve Kopenhag’a gider. 33 yaşında, Avrupa Sağlık Politikaları ve Sistemleri bölümünün başındadır. 

100 KİŞİYE İLK SUNUM

1993 yılında, bakanlıktan ayrıldıktan hemen sonra oradayken oluşturduğu bir sağlık projesinde çalışan yakın arkadaşları, okul arkadaşları ve ailesinden oluşan 100 kişilik bir gruba sunum yapar ve şunları anlatır: 

“Türkiye’de sağcı, solcu, ülkücü, komünist, dindar, laik, Atatürkçü, Alevi, Sünni, Kürt, Türk ve diğer birçok grup var. Biz hep sanki bu gruplar hiçbir şekilde bir araya gelemezlermiş, ayrı olmak ve çatışmak durumundaymış gibi algıladık. Fakat ben bu dikine bölünmenin tamamen görüntüde olduğunu, asıl bölünmenin enine olduğunu gözlemledim. Burada da üç kademe var. Birincisinde tüm kesimlerde her kesimin samimi, namuslu, dürüst üyeleri yer alıyor. Samimi bir ülkücü; milliyetçilik kavramını biliyor, Yusuf Akçura’yı, Ziya Gökalp’i okumuş anlamış, Mustafa Kemal’in milliyetçilik anlayışını kavramış ve milliyetçi olmak onurunu taşıyan bir adam. Adam komünist; Marksizm’i anlamış, diyalektik materyalizmi anlamış ve bu modelin kendi ülkesinde olacak uygulamasının en doğru sonuçlar getireceğine samimiyetle inanmış. Adam gerçek bir dindar; Kur’an’ı özümsemiş, İslamiyeti hayatına yansıtıyor, namazını kılıyor, orucunu tutuyor, zekatını veriyor, haram yemiyor, yalan söylemiyor, insanlara karşı şefkatli. Adam Atatürkçü; O’nu anlamış, O’nun dinamik devrimcilik anlayışını özümsemiş. İşte bu samimiler hangi dini inançtan, hangi etnik gruptan, hangi siyasi görüşten olursa olsun mensubu olduğu görüşün felsefesini bilen, ruhuna inmiş, dürüst ve samimi insanlar…” 

İkinci grupta ise ‘… geçinenler’ olduğunu söylüyor Serdar Savaş ve devam ediyor: “Adam solcu geçiniyor; üstünde bir parka, pos bir bıyık, elde Birinci sigarası, ikinci cümleden sonra sloganlar başlıyor. Adam ülkücü geçiniyor; bıyıklar aşağı sarkmış, ikinci cümleden sonra slogan başlıyor. Adam dindar geçiniyor ama dinle hiç ilgisi yok ya da göğsünde at nalı kadar Atatürk rozeti var ama Atatürk’ün A’sından haberi yok. Bunlar bir müddet sonra sinirlenen, ardından şiddete başvuran, hakaret eden, kongrelerde sandalye savuran cahil, saldırgan, fütursuz ve terbiyesiz insanlar. Bir de ‘… den geçinenler’ var. Yani adam solculuktan geçiniyor, ülkücülükten geçiniyor, Atatürkçülükten geçiniyor. Maddi, siyasi ve cinsel olarak geçiniyor. Bir dindar ona ‘Yaptığın haramdır, rüşvet alınır mı?’ dediğinde ne dinsizliği ne imansızlığı kalıyor. Samimi bir ülkücü, “Bu yaptığınız         oluyor mu?” dediğinde ne komünistliği kalıyor ne başka bir şey… 

Bu grupların birinde bulunup maddi, manevi, siyasi, cinsel fayda temin eden insanlar samimilerden gelen baskıları önlemek için aradaki ‘geçinenler’i kullanıp onlara sürekli saldırıp baskı altında tutmuşlardır ve içlerinden de atmışlardır. Bugün yaşananlara bakın, aynı…”

Serdar Savaş bunları anlatırken zihnim adeta aydınlanıyor. Aynı görüşte olmadığımız bazı insanları, ‘… görüşten ama çok iyi bir insan’ diye tanımlamamızın nedenini kavrıyorum. Gruplaşmalarımızın içinde o kadar net sınırlar yokmuşuz ki, iyi insan olmasını bile ‘ama’ katarak dile getiriyoruz. İnsanlığımızdan çalan bu otomatikleşmenin farkında bile değiliz üstelik. 

SUYA DÜŞEN UMUTLAR

Serdar Savaş o gün sunumda, “Arkadaşlar, ben ülkeme geri döneceğim, sağlık reformu çalışmasını yarım bırakmayacağım ve ülkemin siyasi yapısında da bu alanda çalışmalar yapacağım” diyor. Dünya Sağlık Teşkilatı’nda çalışmaya devam ediyor. Ara ara Türkiye’ye gelip aynı görüşleri paylaşan 8-10 kişilik arkadaş grubu ile görüşerek ülkenin nabzını tutmaya çalışıyor. 

1999 yılında Dünya Sağlık Teşkilatı Avrupa Program Direktörü oluyor. 2000 yılında 

Dr. Asvall emekli olduktan sonra Türkiye’ye dönüyor. ‘Türkiye’de bu düşünceleri nasıl hayata geçiririm’ düşüncesinden ve samimi insanların ortak değerlerinin insan olmak olduğundan hareketle Kabataş Erkek Lisesi’nde öğrencilerin ‘Merhaba, Ben İnsan’ adını verdikleri seminerler düzenlemeye başlıyor. Siyasi olarak da 2002 seçimlerinden sonra ‘kaybetmiş’ Demokratik Sol Parti’ye gidiyor. Bu seçimin nedeni Ecevit’i ‘samimi’ bir politikacı olarak görmesi… Uzun yıllar partide çalışıyor, en son 2009’da Genel Başkan Yardımcısı oluyor. Ancak orada da samimiler, geçinenler ve ‘…’den geçinenler’ ile karşılaşıp hedeflerini gerçekleştiremeyeceğini görüyor. Morali bozuluyor, çocuklarının da ‘çok yoruldun’ uyarılarına kulak verip Avrupa’ya dönmeye karar veriyor. Cenevre’de Dünya Sağlık Teşkilatı’nda bütün dünyanın sağlık politikaları ve sistemlerine bakan direktörlük pozisyonundaki kişi 2013 sonunda emekliye ayrılacağından bu görev için teklif alıyor. Görüşmeler yapılıyor, 2013 Mayıs ayında bir görüşme için tekrar gidiyor Cenevre’ye. Plana göre o yılın kasım-aralık aylarını eski yönetici ile beraber geçirecekler ve 1 Ocak 2014’te kendisi göreve başlayacak. Cenevre’den sonra kızını ve damadını görmek için Paris’e geçiyor. O sırada Türkiye’de bir şeyler olduğunu duyuyor ancak ilk günlerde çok takip etmiyor. Ardından önemli bir şeyler olduğunu fark ediyor. Hemen İstanbul’a dönüyor. Taksim Meydanı’na gidiyor. Biraz da gaz yiyor. Gerisini kendisinden dinleyelim:

“Gördüğüm şey hala tüylerimi diken diken ediyor. Nasıl mutlu oldum! Çünkü solcu, sağcı, Kürt, Türk, Beşiktaşlı, Galatarasaylı insanlar ilk defa bir ilke uğruna ‘samimi’ bir şekilde bir araya gelmişlerdi. İşte bu, dedim, yıllardır savunduğum bu! Madem ki insanlar bu hale gelebiliyorlar ben artık bu fikirleri daha etkili savunabilirim. Kaybolan umutlarım geri geldi. Hemen o güne kadar tanıdığım gerçek sosyalist, gerçek ülkücü, gerçek dindar, gerçek Kürt ve hatta LGBT üyesi, yani birbirleri ile aynı masanın etrafında oturması düşünülmeyecek 30 kişiyi bir masanın etrafına topladım ve dedim ki ‘Arkadaşlar ben yıllardır bunu savunuyorum. Sizden sadece bir görüş almak istiyorum. Böyle bir fikri savunmanın fikri sizce gelmiş midir?’ Hepsi onayladılar. Ve ben Dünya Sağlık Örgütü’ne geri dönmeyeceğimi bildirdim. Sonra fikrine çok güvendiğim arkadaşlarımızla oturup nasıl bir yol izlememiz gerektiği konusunda çalışmaya başladık. Parti mi kuralım, vakıf mı, tekrar bir partiye mi katılalım diye düşünerek o sıralarda İstanbul’da düzenlenen forumlara katıldık, yazışmaları takip ettik ve sonunda dernek kurmaya karar verdik. Çalışmalar 11 ay sürdü. Erdemli Yurttaş Hareketi Derneği’ni 4 Mayıs 2014’te kurduk.”

Buraya kadar Serdar Savaş’ın kişisel hikayesi gibi görünse de aslında bir arayışta olan, faydalı çaba sarf etmek isteyen insanların birbirini bulmaya başladığı ve bundan sonra daha da artarak bir araya geleceği oluşumun temelleri işte böylece atılmış oluyor. 

PEKİ NE YAPACAKLAR?

“Acaba bu memleketin namuslu ve dürüst insanlarını halkla kucaklaştıracak bir yapı kurabilir miyiz?” sorusu ile yola çıkıyorlar. Bu samimi, dürüst insanların ortak noktası ne olacak peki? “Onları hangi somut ilkeler çerçevesinde bir araya getirebiliriz?” düşünceleri ile bir davette bulunuyorlar. “Birbirimizi sadece ‘insan’ olarak görüyoruz. Farklılıkların yan yana değil iç içe yaşamasını savunan, mozaik değil ebru olmayı tercih eden, düşünen, üreten, enerjik bireyleriz. Her türlü görüşü birbirimizi ötekileştirmeden, sesimizi yükseltmeden, hakaret etmeden, karşımızdakinin görüşlerine ve kimliğine saygı duyarak, konuları kişiselleştirmeden tartışmaya çalışıyoruz. Öncelikle birbirimizi dikkatle dinlemeye, anlamaya odaklanıyoruz. Birbirimizden öğrenerek, şartlanmışlıklarımızın ve önyargılarımızın dışına çıkıp üst çözümler üretmeye çalışıyoruz” diyorlar özetle. (Bu davetin tamamını derneğin web sayfası eyh.org.tr adresinde okuyabilirsiniz.) 

OLMAK VE YAPMAK

Bu davette ‘erdem ilkeleri çerçevesinde bir araya gelmekten’ bahsediliyor. “Erdem ilkeleri nedir?” sorusunu Savaş şöyle yanıtlıyor: “Burada felsefi tartışmaya girip ‘erdem nedir’i tartışmıyoruz. Kendi bulunduğumuz noktadan anladığımız erdemi çok somut hale getirdik ve 12 maddelik Erdem Bildirgesi hazırladık. Daha da önemlisi bunları ölçmeye yarayacak bir metodolojimiz var. ‘Bize erdemli olarak gelin’ demiyoruz. Çünkü mevcut yapı insanları -ben dahil- mutlak suretle bulundukları yerde hayatını devam ettirmek üzere yanlış davranışa itiyor. Ama şunu söylemek önemli; biz daha erdemli olmayı istiyoruz. Erdemli olmanın üstün bir değer olduğunu ve bu şekilde gelişebileceğimizin farkında olduğumuzu söylüyoruz. Kendimizi bu yolda ilerletmek üzere taahhütte bulunduğumuzu söylüyoruz. Erdem ilkeleri doğrultusunda kendimizi geliştirmeliyiz. Yarınki Serdar bugünkünden daha çalışkan, daha dürüst, daha empatik ve daha sevgi dolu olmalı. Ben 12 maddede kendimi geliştireceğim, bu şekilde ‘olacağım’, insani olarak gelişeceğim. Ama aynı zamanda da ‘yapmam’ lazım. 10 temel strateji doğrultusunda gereklerini yapacağım. Bir taraftan kendimizi geliştirirken bir taraftan da toplumu, çevreyi, ülkeyi geliştirmek için yapmamız gerekenler var. Yani sadece bireysel olarak içsel gelişmemizi sağlamak yeterli değil, toplumu da değiştirmeliyiz. Ya da hiçbir ahlaki tarafımız olmaksızın toplumu değiştirmeye soyunmamalıyız. Yaptığımız ile olduğumuzun örtüşmesi gerekiyor. Mevlana’nın dediği gibi, ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün.”

TAKIM AĞI MODELİ

Erdemli Yurttaş Hareketi, takımlar halinde çalışıyor, yani şubeleri ve bürokrasisi yok. Çünkü bu bir liderlik hareketi değil, liderler hareketi. Türkiye’de ve dünyadaki farklı şehirlerde takımlar oluşturuluyor. Her takım kendi içinde ilkelerini, stratejilerini tartışıyor, ülke için istediği alanda görüşler geliştirmeye başlıyor. Her takım üyesi ayrıca kendi erdemliliğini sorgulayacak ölçeğe bakıyor. Ama bu ölçeğin sonuçları kimseyle paylaşılmıyor, herkes kendi vicdanı ile baş başa oluyor. Takımlar şu günlerde kendi insani gelişimlerini kendi içlerinde ilerletiyorlar ve bir süre sonra insanca gelişmek konusunda ne üzerinde çalışacaklarını söyleyecekler. Örneğin bir takım ‘basın özgürlüğü’ konusunu ele alacak. Alınan konunun mevcut durumu, gelecekte olması istenen vizyon ve bugünden o vizyona bir eylem planı sunulacak. Sonra bu sunum sadece üyelere açık platformda paylaşılıp diğer üyelerin görüşleri alınacak. Stratejiler çerçevesinde revize edilecek. Yani konu 

10 temel strateji ile tamamen uyumlu olacak şekilde revize edilecek. Serdar Savaş, “Amaç Türkiye’nin ihtiyaçlarına yönelik elimizde ciddi bir programın oluşması. Şu an bütün takımlar kendi iç işleyişlerini yürütüyor. 2016 hedeflerimizde anayasa konusunda tartışmaya başlamak var” diyor. 

ÜYELİĞİNİZDEN EMİN MİSİNİZ?

Erdemli Yurttaş Hareketi hızla üye sayısını artırmayı hedeflemiyor. Hatta gelenlere altı ay boyunca üye olmadan takipte kalmayı öneriyor. Çünkü bazen herkesin tüm görüşleri ile olduğu gibi kabul edilmesi kolay sindirilemiyor, önyargılar devreye giriyor.  Hemfikir olmak zorunda değiliz ama sakince “Sizi anladım dinledim, şunu dediniz fakat ben katılmıyorum. Gerekçelerim bunlar ve siz de bana katılmak zorunda değilsiniz. Ama söz hakkınız ve bu tartışmalarda fikrinizi beyan etmenizi ve başkalarını ikna etmeye çalışma hakkınızı sonuna kadar müdafaa ediyorum” diyebilmek o kadar kolay olmuyor. Takımlarda başkanlık ve hiyerarşi olmadığını da belirtmekte fayda var. 

PEKİ YA SONRA?

“Takımların oluşturduğu programlar halkla nasıl buluşturulacak?” sorusuna ise Savaş şu yanıtı veriyor: “Zamanı geldiğinde birlikte karar vereceğiz. Bu konuda çok fikir geliştirdik ama kendimizi bağlamak istemedik. Zamanı gelmek ne demek? Fikirlerin zamanı geldi. Gezi bunu gösterdi, harekete geçtik. Bu hareketin şekillenmesinin zamanı ne zaman gelecek? Türkiye’de hemen hemen bütün illerde birer takımımız olup, toplam üye sayımız 800’e ulaşıp bütün temel politikalar hakkında görüşlerimiz iç tutarlılıkla ortaya çıktığında bir sonraki adım için karar vereceğiz. O zamanki Türkiye bize ne diyecek? Belki siyasi parti kuralım diyeceğiz, belki de sivil toplum örgütü olarak kalıp baskı unsuru olacağız ya da farklı siyasi görüşlerde partilere ayrılıp orada bu fikirleri savunacak ve hatta o partilerin ortak toplantı grubu olan platformlar oluşturacağız.” 

10 TEMEL STRATEJİ

İnsan olmak: Her şeye, her konuya önce insan penceresinden bakabilmek. 

Yerküre:  İnsanın yaşayabilmesi için yerkürenin ve yerküredeki attan ota, dağdan denize, gökten nehire diğer paydaşların da sağlıklı olmasını sağlamak. 

Barış: Barış aktivisti olarak dünyada savaştan çıkar sağlayanlara karşı durabilmek.

Demokrasi: Hiçbir gerekçe ile ‘ama’sı olmayan demokrasi. 

Adalet: Gelir paylaşımındaki adalet gibi tüm boyutları ile hem dağıtıcı hem eşitlikçi adalet hem de kanun önünde eşit olmak. 

Bilim: Bilimi, insanın kendini ve evreni çözümleme, anlama, yorumlama ve geleceğini planlama amacıyla yaptığı faaliyetler olarak kabul etmek ve konulara bilimsel pencereden bakmak. 

Sanat: Yaratıcılık olmadan, müzik, edebiyat, resim olmadan insan olmanın mümkün olmadığını fark etmek, sanatçının ifade özgürlüğünü ve günlük yaşam kaygısından kısmen uzaklaştırılmasını önemsemek.

Kalkınma: Ekonomik bir kalkınmadan ama çevreye rağmen, insana rağmen, cehalete rağmen olmayan bir kalkınmadan yana olmak. 

Dayanışma: Sosyal dayanışma ile gelişmiş bir toplum olduğumuzu unutmadan, dayanışmanın insan olmanın doğasında var olan yüksek değerde bir davranış tarzı olduğuna inanmak. 

Gelecek: Geleceği tahmin etme süreci değil, planlama ve hazırlanma süreci olarak görmek, geleceğe yönelik politikalar oluşturmak.

ERDEM BİLDİRGESİ

1.Önyargısız ve eş duyumlu olmak

2. Doğru ve samimi olmak

3. İyi ve şefkatli olmak

4. Bilgili ve araştırmacı olmak

5. Adil ve haksever olmak

6. Güçlü ve cesur olmak

7. Kararlı ve sabırlı olmak

8. Çalışkan ve disiplinli olmak 

9. Barışçı ve uzlaşmacı olmak

10. Eleştiriye açık ve değişime hazır olmak

11. Estetik değerlere sahip olmak 

12. Saygı ve sevgi dolu olmak 

Pozitif Dergisi 14. sayısında yayınlanmıştır. Aralık 2016

«

»

Yorum yapmak ister misin?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir