Yukarı
Röportaj

“Yunus Emre yaşasa, zavallı bir oduncu diye bakılırdı”

Kişisel gelişim, farkındalık, enerji alanları, semboller, rüyalar, niyetler, ritüeller derken bir an geliyor, çok yanlış bir yerde olduğumuz hissine kapılıyorum. Bir paylaşım görüyorum, bir yazı okuyorum ve işini özünü kaçırıyoruz gibi geliyor. Tabii ki yanılabiliriz… Ama nerede yanıldığımızı fark etmek de önemli. En çok nerelerde takıldığımızı, uzun yıllardır tanıdığım ve güvendiğim yazar Meltem Reyhan’a sormak istedim. Röportajın tamamını okuduğunuzda zihninizde çok yeni pencereler açılacağını garanti ediyorum.

En çok nerede yanılıyoruz?

En çok, bildiğimizi zannettiğimiz yerde yanılıyoruz. Sanki Tanrı’nın beynindeymişiz, onu keşfetmişiz gibi davranıyoruz. Tanrı değil de sistem demek daha doğru olur belki. Diyelim ki sistemin gücü 999. Biz de bu sistemin içinde üçüz, ikiyiz, belki de biriz. Şimdi üç kalkıyor, 999’u anlatıyor. Ne kadar anlatabilir? Ancak üç kadar anlatabilir. İnsan olarak bence en büyük problemimiz bu. İki bilgi öğrenince, birazcık deneyim yaşanınca “Tamam çözdüm ben bu hayatın bilgisini” diyoruz. Aslında hayatın bilgisini çözemiyoruz, kendimizi çözme, anlama yolculuğundayız. İşte kendimizi en çok kandırdığımız yer de burası; kendi dünyamızı değiştirirken bile bu kadar zorlanırken dünyayı değiştireceğimizi zannediyoruz.

Bu yanılgı bize senin yıllardır anlattığın “doğru niyet etmek” konusunda da hatalara düşürüyor. Niyet yaparken hale girmenin öneminden bahsediyorsun. Hale girmek ne demek?

Biz bir potansiyel ile doğuyoruz. Diyelim ki armut ağacıyız. O zaman armut ağacı olma potansiyelimiz var, hiçbir zaman kayısı ağacı olamayacağız. Çok güzel, harika armutlar verebiliriz, doğayı bununla besleyebiliriz, geleceğe tohumlarımızı gönderebiliriz. Ama karşımızda bir kayısı ağacı var ve pek de güzel görünüyor. “Ah keşke ben de böyle bir kayısı ağacı olsam. Ben oturayım, kayısı ağacı nasıl yetişiyor öğreneyim, ben de onun gibi davranırsam kayısıya dönüşebilirim” diyoruz. Hayatımız boyunca olmayacak şeylerin peşinde koşmamızın, bize verilmeyenler için hayattan şikâyet etmemizin sebebi işte bu. Kendi potansiyelimize değil de seyrettiğimiz potansiyele yönelmiş niyetlere, dualara, hallere girmemiz.  O zaman ne oluyor; ruhsuz bir şey gibi, fabrikasyon bir ürün gibi oluyor.

Devamını mumkundergi.com adresinden okuyabilirsiniz.

 

 

«

»

Yorum yapmak ister misin?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir